Sevgili okuyucularım yaklaşık üç yıldan bu yana üçyüzün üzerinde köşe yazısı yazdım.
Sizin anlayacağınız orta kalınlıkta 350 makaleden oluşan 350 sayfa kitap.
Bu makalelerin büyük bir bölümü siyasi konuları içerirken bir bölümü toplumda aksayan yönleri,durum tespitlerini oluşturmaktadır.
Toplumumuzun kültürel olarak gelişimini sağlamayı amaçlayan yazılarda zaman zaman yazmaktayım.
Çok ilginçtir benim asıl önemsediğim kültürel ve durum tespiti yazılarım 200 ile 300 lerde okunurken,siyasi içeriklli yazılarım 400 ile 500 bandında,yerel siyasi yazılarım ise 800 ile 1200 aralığında okur kitlesi bulmaktadır.
Görüldüğü gibi yerel siyasetle ilgili yazılarım çok fazla okunmasına rağmen ani bir kararla yerel yazı yazmama kararı alıp bu konuda birkaç aydır yerel bazda yazı yazmadım.
Tabi bunun birçok sebebi var.
Adam açıp telefonu bana içini döküyor,yada yüzyüze bazı şeyleri sitem ederek anlatıyor.
Yanlışları,haksızlıkları,yolsuzlukları ve usulsüzlükleri sesini yükselterek,isyan ederek anlatıyor bunları niye yazmıyorsun abi diye sitem ediyor.
Tabi bizde yazıyoruz.
Ama gelgör ki,o kişi
Bir bakıyorsun o yanlış dediği profilin içinde yer almış.
Yıllarca siyasetin içinde makam ve mevki sahibi olan bu kişilerin yanlış dedikleri,eleştirdikleri düzenin içinde yer almaları bir yazar olarak acaba bu kişiler bizi biryerlerde koltuk kapmak için sıçrama tahtası olarak mı kullanıyorlar diye düşünmemize sebep oldu.
Tabiki bir yazar olarak benim topluma karşı sorumluluklarım olduğu gibi,bu manada her bireyinde ayrı ayrı sorumluluğu var.
Öyle bugün konuştuğunu yarın yutarak her ötelendiğinizde gelip bize salya sümük egolarınızı dinleteceğinizi sanıyorsanız artık bundan sonra sizi asla dinlemeyeceğimizi bilmenizi istiyorum.
Bu tip yanlışları yapanlar bundan sonra bedelini kendileri ödeyeceklerlir.
İnsanımıza sözunün eri olmayı,ahde vefayı,yanlışa ve haksızlığa karşı bir duruş sergiliyebilmeyi, en önemlisi adam satmamayı öğretmeliyiz.
İnsanların kendi menfaat ve çıkarları için bu kadar savrulması açıkcası beni bir yazar olarak korkutuyor.
Bir yazar olarak daha fazla çalışmamız gerektiğini,duygularıma yenik düşmeden mücadeleye devam etmem gerektiğini düşünüyorum.
Bu mihval üzere önümüzdeki günlerde yerel ve siyasi yazılarıma devam edeceğimi siz okurlarıma bildirmek istiyorum.
Gerçi biz yazmıyoruzda kim yazıyor ?Ulusal medya Oda tv ve Aydınlık gazeteleri.
Bizimkilerde mantar tabancasıyla sağa sola ateş ediyor.
Adam gazeteci değilki, tetikci.
Zaten gazetecilik yapsa, bu ilçenin haberleri Odatv'de olmazki.
Allah'a emanet olunuz
Saygılarımla.
Ertan Cimbat
Sakarya Ahbar İnternet Gazetesi.
17 Şubat 2018 Cumartesi
14 Şubat 2018 Çarşamba
ÇAĞDAŞ KEFEN SOYUCULAR MI YETİŞTİRİYORUZ
Bireyleri hukuk önünde savunan kişilere avukat denir.
Avukatlar hukuk fakültelerini bitirdikten sonra belli bir staj döneminden sonra mesleğe başlarlar.
Avukatlık, bir savunma mesleği olduğundan bireylerin yaptığı suçun çeşidine bakmaksızın savunmasında görev alırlar.
Bize çok ters gelen toplumsal hadiseleri bile ''kişinin savunma hakkı kutsaldır" ilkesiyle avukatlar savunurlar.
Çünkü onların aldığı eğitim böyle.
İyi ve kötü,doğru veya yanlıştan ziyade savunma,ve kazanma üzerine kuruludur.
Aldıkları eğitimde bu doktrin üzerine bina edildiğinden.
Bazen avukatlara çok kızdığımız zamanlar ve durumlar olabilir.
Eğer bir avukat milli ve manevi değerlerden vicdani hasletlerden bihaber yetişiyorsa,hiç kimse o avukattan kendisi gibi düşünmesini beklememelidir.
Çünkü o, okulda aldığı eğitimin gereği,ne olursa olsun kazanma güdüsüyle hareket edecektir.
Bunları niye yazıyorum?
Son günlerin güncel konusu İlk Afrin şehitimiz Musa Özalkan'ın şehitlik tazminatına icra takibi başlatan avukat Emine Gün'ü hepimiz takip ediyoruz.
Böyle bir vicdansızlık olurmu?Diyerek infaal halindeyiz.
Ama o bayan Avukat alacağını tahsil etmenin ve kazanmanın doğruluğuna inanıp yanlış yaptık bile demiyor.
Neden?
Çünkü yetişme ve aldığı eğitimin gereği bu.
İstisnalar bir kenara bırakırsak Avukatların sadece hukuk meselelerinde değil bulundukları siyasi,sosyal ve sivil toplum konularındada hep kazanmak adına faliyette bulunduklarını görürsünüz.
Bu alanlarda da doğru ve yanlış onlar için çok fark etmez.
Yeter ki kazansın.
Onun için insanımızı yetiştirirken iyi yetiştirmeliyiz.
Sadece kazanmayı amaç edinen insanlar sonuçta Emine Gün gibi karşımıza çıkabilir.
Bence Emine Gün'e kızarken,onu bu hale getiren eğitim sisteminede kızmalıyız.
Artık herkes bazı şeylerin sloganını atmaktan ziyade uygulama alanları oluşturulmasının bir kolayına bakmalı.
Yoksa kendisininde rahat görev yapabilmesi için, bu ülke için can veren insanlardan bir haber olup adeta kefen soyuculuk yapmaya devam edilir.
Allah ülkemizin ve milletimizin yardımcısı olsun.
Allah'a emanet olunuz.
Saygılarımla.
Ertan Cimbat.
Sakarya Ahbar İnternet Gazetesi.
Avukatlar hukuk fakültelerini bitirdikten sonra belli bir staj döneminden sonra mesleğe başlarlar.
Avukatlık, bir savunma mesleği olduğundan bireylerin yaptığı suçun çeşidine bakmaksızın savunmasında görev alırlar.
Bize çok ters gelen toplumsal hadiseleri bile ''kişinin savunma hakkı kutsaldır" ilkesiyle avukatlar savunurlar.
Çünkü onların aldığı eğitim böyle.
İyi ve kötü,doğru veya yanlıştan ziyade savunma,ve kazanma üzerine kuruludur.
Aldıkları eğitimde bu doktrin üzerine bina edildiğinden.
Bazen avukatlara çok kızdığımız zamanlar ve durumlar olabilir.
Eğer bir avukat milli ve manevi değerlerden vicdani hasletlerden bihaber yetişiyorsa,hiç kimse o avukattan kendisi gibi düşünmesini beklememelidir.
Çünkü o, okulda aldığı eğitimin gereği,ne olursa olsun kazanma güdüsüyle hareket edecektir.
Bunları niye yazıyorum?
Son günlerin güncel konusu İlk Afrin şehitimiz Musa Özalkan'ın şehitlik tazminatına icra takibi başlatan avukat Emine Gün'ü hepimiz takip ediyoruz.
Böyle bir vicdansızlık olurmu?Diyerek infaal halindeyiz.
Ama o bayan Avukat alacağını tahsil etmenin ve kazanmanın doğruluğuna inanıp yanlış yaptık bile demiyor.
Neden?
Çünkü yetişme ve aldığı eğitimin gereği bu.
İstisnalar bir kenara bırakırsak Avukatların sadece hukuk meselelerinde değil bulundukları siyasi,sosyal ve sivil toplum konularındada hep kazanmak adına faliyette bulunduklarını görürsünüz.
Bu alanlarda da doğru ve yanlış onlar için çok fark etmez.
Yeter ki kazansın.
Onun için insanımızı yetiştirirken iyi yetiştirmeliyiz.
Sadece kazanmayı amaç edinen insanlar sonuçta Emine Gün gibi karşımıza çıkabilir.
Bence Emine Gün'e kızarken,onu bu hale getiren eğitim sisteminede kızmalıyız.
Artık herkes bazı şeylerin sloganını atmaktan ziyade uygulama alanları oluşturulmasının bir kolayına bakmalı.
Yoksa kendisininde rahat görev yapabilmesi için, bu ülke için can veren insanlardan bir haber olup adeta kefen soyuculuk yapmaya devam edilir.
Allah ülkemizin ve milletimizin yardımcısı olsun.
Allah'a emanet olunuz.
Saygılarımla.
Ertan Cimbat.
Sakarya Ahbar İnternet Gazetesi.
5 Şubat 2018 Pazartesi
SAĞLIKTA SAĞLIKSIZ ŞEYLER OLUYOR.
Son yıllarda vatandaşların en beğendiği kurumlarımızın başında sağlık sektörü geliyordu.
Ne hikmetse birkaç yıldan bu yana nazara mı geldi bilinmez işler pek iyi gitmiyor.
Özellikle 15 Temmuz'dan sonra bu alanda memnuniyetsizlikler hat safhada.
Hepinizin bildiği gibi fetö sağlık teşkilatında da örgütlenip bu alanı da malesef etkisi altına almış.
Gerçi birçok Fetöcü sağlık teşkilatından çıkarıldı ama ne yazık ki şimdi yazacağım olaylar hastanelerimizde yaşanmaya devam ediyor.. vasıtasıyla bana ulaşıp.
Abi hastanede ameliyat öncesi üzerimdeki kıyafetleri çıkarıp ameliyat kıyafetlerini giymem söylendi.
Ben nerde giyeceğim bir kapalı kabin filan yok mu dediğimde.
Doktor bana ne kabini bulunduğun yerde soyun ve giyin dedi.
Ben hastaların ve refakatcıların içinde orta yerde uttana sıkıla denileni yapmak zorunda kaldım.Diyor.
Yine bir emekli öğretmen arkadaş meramını anlatmak için doktorun odasına girdiğinde doktorun kendisini dinlemediğini ve dışarı çıkmasını söyleyince.
Yapmayın doktor bey çok mağdurum filan diyerek alttan alıp doktora adeta yalvardığını,ancak doktorun kendisine,
Bak şimdi dışardaki insanlara seni boğdururum diyerek tehdit ettiğini anlattı.
Yine başka bir arkadaş eşinin kolu bileğinden kırılmış ancak ilk müdahalede yanlış bağlanan alçı sebebiyle kemik yanlış kaynayınca doktor kolun tekrar kırılıp yeniden alçıya alınacağını ve bu işlemi kendisinin yapacağını söylemiş.
Biz alçı odasında eski alçıyı kestirip tedirgin olan eşime moral vermeye çalışırken odaya giren doktor,
Sedyeyi göstererek,eşime bakıp
"Hâla orada yeni gelin gibi ne oturup duruyorsun sedyeyi geç demez mi?
Beyninden vurulmuş döndüm.
Ancak eşim o kadar çok acı çekiyorduki
Bu sözleri sineye çektim.Dedi.
Bunlar vatandaşlardan dinlediğim şeyler birde kendi yaşadığım bir hadiseyi nakledip toparlayayım.
Küçük oğlum Abdussamed'i bir diyetisyene sevk ettiler.
Doktorun kapısında biraz bekledikten sonra içeri girdik.
Doktor bana çocuğun ismi ne diye sordu?
Bende Abdussamed dedim.
Böyle zor isimleri çocuklara niye koyuyorsunuz ki?Demez mi?
Neden? doktor dedim
Yazması zor oluyor.Demez mi?
Siz hiç bu ismi duymadınız mı?Diye sorduğumda.
Hayır.Dedi.
Bakın doktor...Abdussamed dünyada Kur'an-ı en iyi okuyan hafızalardan biridir.Benim oğlundan şu anda Serdivanda bir Kur'an Kursunda hafız olmaya çalışıyor deyince.
Sustu kaldı.
Şimdi biz bunları yazmazsak bu işler kapanır gider.
Belkide insanımızın yaşadığı böyle yüzlerce olay vardır.
Hiç kimse mesleği unvanı ve görevi ne olursa olsun vatandaşa yanlış yapamaz onu rencide edemez.
Hele hele vatandaşın verdiği vergilerle devletten maaş alan kimseler buna daha çok dikkat etmelidir.
Bütün devlet memurları şunu unutmamalıdır ki onlar vatandaşın hakimi değil hadimidirler.
Yani vatandaşın hizmetcisidirler.
Öyle işini savsaklayıp birlikler kurup yok savaşa hayır kampanyaları dözenleyeceğinize işinizi iyi yapın.
İşini iyi yapan hekimlerimiz yok mu?
Vaaar! Hemde çok.
Onlar başımızın tacı.
Bizim sözümüź işini yapmayıp başka işler peşinde koşanlara.
Onlar kendilerini biliyorlar.
Bundan böyle bizde onları takip edip deşifre edeceğiz.
Biraz size âfaki gelebilir ama bu işlerin ben kasıtlı yapıldığı kanaatindeyim.
Bunun için kendilerine göre birçok sebep ihdas etmiş olabilirler.
Bu yüzden denetim, denetim, denetim.
Diyorum.
Allah'a emanet olunuz
Saygılarımla.
Ertan Cimbat
Sakarya Ahbar İnternet Gazetesi.
2 Şubat 2018 Cuma
SAVAŞ KARŞITI TTB UZANTILARI.
Sevgili okuyucularım!
İki haftadır ordumuz sınırlarımızda yuvalanmaya çalışan teröristleri temizlemek,ülkemizin güvenliğini sağlamak için canını dişine takmış savaşıyor.
Tüm ülke mehmetciğin arkasında kenetlenmiş onlara dua ediyor ve elinden geldiğince ikramlar hazırlayıp moral destek oluyor.
Ancak birkaç alçak kendini bilmezde çıkmış güya savaş karşıtı bildiriler hazırlayıp, gösteriler yapıyor.
Benim burada (TTB) Türk Tabipler Birliği adıyla açıklama yapan savaş karşıtları ile ilgili birkaç hususa dikkat çekmek istiyorum.
Bunlar 28 Şubat sürecinde,gezi olaylarında ve bugünlerde hep aykırı açıklamalarda bulundular.
Bunlar halktan yana asla olmadılar, hep zalimden yana tavır alarak seslerini duyurmaya çalıştılar.
Bu TTB mesleği doktor olan kişilerden oluşan bir teşekkül.
Yani arkadaş,şimdi savaş karşıtı olmak size mi düştü.
Bunlar demekki hastanelerimizde de örgütlenip vatandaşa karşı olabilir diye aklıma gelmiyor değil hani...
Baksanıza canımızı kurtarmak için yaptığımız savaşa karşı olan bu adamlara,hastanelerde canımızı nasıl emanet edelim?
Bunlar bizim canımızı kurtarırlar mı?
Hipokrat yemini mi dediniz?
Geçin onları...
Gerçi uzun zamandır yazmak istediğim birçok hasta şikayetini namusuyla çalışan doktorlarımıza zarar verir düşüncesiyle hep erteliyordum.
Ancak bunları yazmaya karar verdim.
Yoksa bu hastanelerde yaşanılan hadiseler bilinçli ve planlı bir şekilde mi yapılıyor?
15 Temmuz'u yaşamış bir Türkiye olarak ben herşeyin olabileceğini düşünüyorum.
Bu manada gelen şikayetleri bir sonraki yazımda dile getireceğim.
Okurlarımdan da hastanelerde karşılaştıkları doktor zulmü varsa bana özelden ulaştırmalarını bekliyorum.
Vatanını milletini seven yurttaşlar olarak herdaim uyanık olmak zorundayız.
Çünkü bu memlekette hainler hiçbir zaman bitmedi,bitmez.
Gelecek yazımda buluşmak dileğiyle
Allah'a emanet olunuz.
Saygılarımla.
Ertan Cimbat.
Sakarya Ahbar İnternet Gazetesi.
İki haftadır ordumuz sınırlarımızda yuvalanmaya çalışan teröristleri temizlemek,ülkemizin güvenliğini sağlamak için canını dişine takmış savaşıyor.
Tüm ülke mehmetciğin arkasında kenetlenmiş onlara dua ediyor ve elinden geldiğince ikramlar hazırlayıp moral destek oluyor.
Ancak birkaç alçak kendini bilmezde çıkmış güya savaş karşıtı bildiriler hazırlayıp, gösteriler yapıyor.
Benim burada (TTB) Türk Tabipler Birliği adıyla açıklama yapan savaş karşıtları ile ilgili birkaç hususa dikkat çekmek istiyorum.
Bunlar 28 Şubat sürecinde,gezi olaylarında ve bugünlerde hep aykırı açıklamalarda bulundular.
Bunlar halktan yana asla olmadılar, hep zalimden yana tavır alarak seslerini duyurmaya çalıştılar.
Bu TTB mesleği doktor olan kişilerden oluşan bir teşekkül.
Yani arkadaş,şimdi savaş karşıtı olmak size mi düştü.
Bunlar demekki hastanelerimizde de örgütlenip vatandaşa karşı olabilir diye aklıma gelmiyor değil hani...
Baksanıza canımızı kurtarmak için yaptığımız savaşa karşı olan bu adamlara,hastanelerde canımızı nasıl emanet edelim?
Bunlar bizim canımızı kurtarırlar mı?
Hipokrat yemini mi dediniz?
Geçin onları...
Gerçi uzun zamandır yazmak istediğim birçok hasta şikayetini namusuyla çalışan doktorlarımıza zarar verir düşüncesiyle hep erteliyordum.
Ancak bunları yazmaya karar verdim.
Yoksa bu hastanelerde yaşanılan hadiseler bilinçli ve planlı bir şekilde mi yapılıyor?
15 Temmuz'u yaşamış bir Türkiye olarak ben herşeyin olabileceğini düşünüyorum.
Bu manada gelen şikayetleri bir sonraki yazımda dile getireceğim.
Okurlarımdan da hastanelerde karşılaştıkları doktor zulmü varsa bana özelden ulaştırmalarını bekliyorum.
Vatanını milletini seven yurttaşlar olarak herdaim uyanık olmak zorundayız.
Çünkü bu memlekette hainler hiçbir zaman bitmedi,bitmez.
Gelecek yazımda buluşmak dileğiyle
Allah'a emanet olunuz.
Saygılarımla.
Ertan Cimbat.
Sakarya Ahbar İnternet Gazetesi.
27 Ocak 2018 Cumartesi
MEĞER BEN NE ENAYİYMİŞİM.
Bugün sizlere Türk siyasetinin üç güzel ismi Hasan Celal Güzel'den bahsedeceğim.
Tank Hasan lakabıyla da bilinen sayın Güzel,Turgut Özal hükümetlerinin en başarılı bakanlarındandır.
Amarikanın körfez harekatı için mecliste yapılan oylamada tek başına ret oyu vererek herkesi şaşırtmış ve bunu"Ecnebilerin İmam-ı Azamın türbesinin bulunduğu Bağdat'ı bombalamasına gönlüm razı olamazdı" diyerek açıklamıştı.
İsterseniz kendisini kendinden dinleyelim.
MEĞER BEN NE ENAYİYMİŞİM…
Efendim, artık 68 yaşında, su katılmamış bir avanak, hakikî bir budala ve gayrikabil-i ıslah bir ‘enayi’ olduğumu itiraf ediyorum. Bana küçük yaşımdan itibaren ‘beytülmal’ın mukaddesliğini öğretmişlerdi. Hiç kimse ‘Devlet malı deniz, yemeyen domuz’ dememişti.
Bütün ömrüm tâbir-i âmiyanesiyle ‘eşşek gibi’ çalışmakla geçti. Çalışma hayatımda tek gün dahi izin kullanmadım. Bir gece bile doyasıya uyuyamadım. Kimileri bana ‘uykusuz müsteşar’ adını takıp uçup kaçtığımı söylerdi ama ‘Ne akılsız adam yahu!’ şeklindeki fısıltılar, her gün yüzlerce telefon konuşmasıyla çınlayan kulaklarıma kadar gelirdi.
Üzerinde ‘T.C. Hükümeti’ yazan kurşun kalemleri, silgileri ve kâğıtları, sadece resmî hizmetlerde, âdeta okşar gibi incitmemeye çalışarak kullanırdım. Çocuklarım devlet malına ellerini dahi süremezlerdi. Plakaları kırmızı ve siyah renkli resmî arabalara bir defa dahi binmediler. Yüzlerine bakmaya kıyamadığım Mustafam ve Elifim, bir saat daha az uyuyup belediye otobüsleri ve okul servisleriyle okula gittikleri esnada, bendeniz müsteşarlık ve bakanlık yapıyordum. Bırakınız eşime araba tahsis etmeyi, evde devletin personelini çalıştırmayı; idarecilik ve siyaset hayatımda lojmanda oturmadım. Koruma görevlisi de kullanmadım. Arabamın önünde ve arkasında fiyakalı eskortlar hiç bulunmadı.
Meğer ben ne enayiymişim!…
Yaptığım enayiliklerin haddi hesabı yoktur… Meselâ, bendeniz milletvekiliyken -birkaç zarurî toplantı dışında- Meclis lokantasında yemek yemezdim. Zira, burada çalışanlar kamu personeliydi ve çok ucuz olan yemekler milletin kesesinden sübvanse ediliyordu. Sonra, çok beğendiğim halde, aynı gerekçelerle TBMM Sigarası da içmedim. Ceplerim şıkır şıkır metal jetonlarla dolu olarak dolaşır, özel görüşmelerimi kulisteki ankesörlü telefonlarla yapardım. O zaman ‘beleş’ cep telefonlarımız da yoktu.
Hiçbir hediyeyi kabul etmez; ya reddeder veya demirbaşa kaydettirerek devlete intikal ettirirdim. Yıllarca üst yöneticilik, müsteşarlık, bakanlık yaptım; hâlen evimde bu dönemlere ait -bronz plaketler dışındatek bir hatıra eşya göremezsiniz.
Benim anladığım mânâda siyasete ‘Zengin girilir, fakir çıkılır’. Biz enayiler, devlet hizmetini ve siyaseti böyle anlıyoruz. Siyasî hayatımda önüme çıkan yüzlerce fırsatı teperek mal mülk edinmedim. Bilâkis, ANAP’taki Genel Başkanlık mücadelesinde, Bond çantalarda getirilen paraları reddederek, eşimin SSK kredisiyle aldığı Oran’daki daireyi; YDP’nin kuruluşunda da babamdan kalan Malatya’daki ev ile dedemden kalan Gaziantep’teki evin bana düşen hisselerini harcadım.
Bu arada, eşimin uzmanlığıyla ve alınteriyle hak ettiği ‘Vakıflar Genel Müdürü’ olarak tayin kararnamesini, nasıl engellediğimi de unutmayayım.
Sadece bununla kalsa neyse… ANAP döneminde, şiddetle muhalefetime rağmen çıkarılan ‘kıyak emekliliği’ reddedip tek maaşa devam ettim. Bu haksız uygulama hâlen devam ediyor. Başbakanlık Müsteşarı’yken, milletvekili maaşlarının buna göre ayarlanmasını gerekçe göstererek kendim için sözleşme yapmadım ve üç yıl müddetle emrimdeki daire başkanlarından bile daha az maaş aldım.
Meğer ben ne enayiymişim!…
***
Şimdi 70’ine merdiven dayadım. Hâlâ kirada oturuyorum. Kendime ait tek mülküm kitaplarım… Yani, sizin anlayacağınız, gerçek anlamda ‘Dikili ağacım dahi yok’. Hizmet hayatım boyunca, muhatabımın bıyık altından gülerek dinlediği, ‘Bu fukara millete ben bu masrafı hiç yaptırır mıyım?’ lâfım vardı.
Sevgili okuyucularım, bu yazdıklarımı okuyup da sakın bütün bunlardan pişmanlık duyduğumu sanmayınız. Enayilik öylesine içime işlemiş ki geriye dönmek mümkün olabilse gene aynısını yapardım.
Beni bütün ‘enayiliğime’ rağmen kimseye muhtaç etmeyen Yüce Allahıma hamd ediyorum.
Hasan Celal Güzel
Allah'a emanet olunuz.
Saygılarımla.
Sakarya Ahbar İnternet Gazetesi.
24 Ocak 2018 Çarşamba
KÜRTLER BİZİM KARDEŞİMİZ,PKK AMARİKA'NIN KARDEŞİDİR.
Türkler ve Kürtler bin yıldır bu Anadolu topraklarını yurt edinmiş, birbirinin kardeşi olmuş et ve tırnak gibi,birbirine kaynaşmış kavimlerdir.
İşte bu birliktelikten doğan müthiş bir güç oluşmuş ve bu durum düşmanlarımızın hiç hoşuna gitmemiştir.
200 yıldan bu yana bu birlikteliği bozmak,zayıflatmak için birçok girişim yapılmıştır.
Son olarak kürt kimliği içinde gizlenmiş ermenilerin öncülüğünde Pkk diye bir örgüt türettiler.
Bu örgüt kandırdığı kürt kardeşlerimizi ve onların çocuklarını dağa çıkartıp eğiterek güzel ülkemizin bölünmesi için çalıştılar.
Bu terörisler güya kürtlere refah ve huzur için ortaya çıktılar ama,ençok kürt insanına zarar verip, kürt kardeşlerimizi öldürdürdüler.
Yıllar geçtikce gerçeği anlayan kürt kardeşlerimiz Pkk'ya karşı tavır aldıysa da, bu seferde Pkk'nın zorlamalarına ve tehditlerine maruz kalmıştır.
Fetocu hain komutanlarında koruması altında bu amaçlarını çok rahat gerçekleştireceklerini sanan bu hainler,özellikle 15 Temmuz darbe kalkışmasıyla açığa düşen hain komutanların tutuklanmasıyla,çok zor duruma düştüler.
Güvenlik kuvvetlerimiz, yeni komuta kademeleriyle birlikte başlattıkları temizlik harekatında ve özellikle yerli üretimimiz İha ve Siha larla,bunları ülkemiz içersinde yok ettiler.
Yıllarca Pkk'nın baskısı ve zulmü altında yaşayan bölge insanı kardeşlerimiz ancak kendine gelebildi.
Uzun yıllar Türk-kürt kardeşliğini bozmak için her türlü senaryoyu sahneye koyan dış güçler her iki taraftan binlerce insan ölmesine rağmen bunu başaramadılar.
Çünkü bu insanları bir arada tutan ilahi bir inanışa
"Mukakkakki müslümanlar kardeştir" ilkesine sahiptiler.
Ülkemizde köşeye sıkışan Pkk,
Irak ve Suriye'de PYD/YPG olarak ortaya çıkıyordu.
Oradaki masum insanları başıboşluktan da faydalanarak zorla kendi safına çeken terör örgütü Amarika'nın kendini taşören olarak kullanma isteğindende faydalanarak hem silahlanmış hemde o bölgelerde kürt, türk, arap kim varsa hepsine zulüm yapmaya başlamıştır.
Türkiye bu duruma daha fazla sessiz kalamayıp sınırlarında oluşturulmaya çalışılan bu terör unsurlarına karşı harekete geçmiş ve Afrin'e Zeytin dalı harekatı başlatmıştır.
Ancak bu harekatla çil yavrusu gibi dağılan büyük zaiyatlar veren PKK/PYD terör örgütü son çare olarak
"Türkler kürtleri öldürüyor" yalanına baş vurarak güya duygu sömürüsü yapıyor.
Ama artık herkes biliyorki
Kürtler, Türklerin kardeşi.
PKK/PYD/YPG ise Amarikanın kardeşidir.
Kardeşimiz kürtler Türk silahlı kuvvetlerinde ve ÖSO güçlerinin içinde,
Amarikanın ve İsrailin kardeşi PKK/PYD/YPG ye karşı savaşmaktadır.
Durum budur.
Yaşasın Türk-Kürt kardeşliği
Allah, ordumuzun ve Özgür Suriye Ordusunun yardımcısı olsun.
Pkk,Pyd,Ypg' yi kahru
perişan eylesin.
AMİN.
Allah'a emanet olunuz.
Saygılarımla.
Ertan Cimbat
Sakarya Ahbar İntenet Gazetesi.
İşte bu birliktelikten doğan müthiş bir güç oluşmuş ve bu durum düşmanlarımızın hiç hoşuna gitmemiştir.
200 yıldan bu yana bu birlikteliği bozmak,zayıflatmak için birçok girişim yapılmıştır.
Son olarak kürt kimliği içinde gizlenmiş ermenilerin öncülüğünde Pkk diye bir örgüt türettiler.
Bu örgüt kandırdığı kürt kardeşlerimizi ve onların çocuklarını dağa çıkartıp eğiterek güzel ülkemizin bölünmesi için çalıştılar.
Bu terörisler güya kürtlere refah ve huzur için ortaya çıktılar ama,ençok kürt insanına zarar verip, kürt kardeşlerimizi öldürdürdüler.
Yıllar geçtikce gerçeği anlayan kürt kardeşlerimiz Pkk'ya karşı tavır aldıysa da, bu seferde Pkk'nın zorlamalarına ve tehditlerine maruz kalmıştır.
Fetocu hain komutanlarında koruması altında bu amaçlarını çok rahat gerçekleştireceklerini sanan bu hainler,özellikle 15 Temmuz darbe kalkışmasıyla açığa düşen hain komutanların tutuklanmasıyla,çok zor duruma düştüler.
Güvenlik kuvvetlerimiz, yeni komuta kademeleriyle birlikte başlattıkları temizlik harekatında ve özellikle yerli üretimimiz İha ve Siha larla,bunları ülkemiz içersinde yok ettiler.
Yıllarca Pkk'nın baskısı ve zulmü altında yaşayan bölge insanı kardeşlerimiz ancak kendine gelebildi.
Uzun yıllar Türk-kürt kardeşliğini bozmak için her türlü senaryoyu sahneye koyan dış güçler her iki taraftan binlerce insan ölmesine rağmen bunu başaramadılar.
Çünkü bu insanları bir arada tutan ilahi bir inanışa
"Mukakkakki müslümanlar kardeştir" ilkesine sahiptiler.
Ülkemizde köşeye sıkışan Pkk,
Irak ve Suriye'de PYD/YPG olarak ortaya çıkıyordu.
Oradaki masum insanları başıboşluktan da faydalanarak zorla kendi safına çeken terör örgütü Amarika'nın kendini taşören olarak kullanma isteğindende faydalanarak hem silahlanmış hemde o bölgelerde kürt, türk, arap kim varsa hepsine zulüm yapmaya başlamıştır.
Türkiye bu duruma daha fazla sessiz kalamayıp sınırlarında oluşturulmaya çalışılan bu terör unsurlarına karşı harekete geçmiş ve Afrin'e Zeytin dalı harekatı başlatmıştır.
Ancak bu harekatla çil yavrusu gibi dağılan büyük zaiyatlar veren PKK/PYD terör örgütü son çare olarak
"Türkler kürtleri öldürüyor" yalanına baş vurarak güya duygu sömürüsü yapıyor.
Ama artık herkes biliyorki
Kürtler, Türklerin kardeşi.
PKK/PYD/YPG ise Amarikanın kardeşidir.
Kardeşimiz kürtler Türk silahlı kuvvetlerinde ve ÖSO güçlerinin içinde,
Amarikanın ve İsrailin kardeşi PKK/PYD/YPG ye karşı savaşmaktadır.
Durum budur.
Yaşasın Türk-Kürt kardeşliği
Allah, ordumuzun ve Özgür Suriye Ordusunun yardımcısı olsun.
Pkk,Pyd,Ypg' yi kahru
perişan eylesin.
AMİN.
Allah'a emanet olunuz.
Saygılarımla.
Ertan Cimbat
Sakarya Ahbar İntenet Gazetesi.
20 Ocak 2018 Cumartesi
DİN GÖREVLİLERİ BAŞKANA AYAK UYDURABİLECEK Mİ?
Dün akşam bir televizyon kanalında yeni Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş'ı izledim.
Ali Erbaş Sakarya İmamhatip Lisesinden sınıf arkadaşım.
Sakarya İlahiyat Fakültesi Dekanlığından, Diyanet İşleri Eğitim Genel Müdürlüğüne,oradan, Yalova Üniversitesi Rektörlüğüne ve son olarakta Diyanet İşleri Başkanlığına atanmıştır.
Prof.Ali Erbaş hocamız kendisini adeta din eğitimine adamış idealist bir insandır.
Zaten bunu, din eğitimi genel müdürüyken yaptığı çalışmalarda gösterdi.
Hemen hemen her mahallede vatandaşların Kur'an öğrenebilecekleri mekanlar açtı.
Bir araya geldiğimizde bize "Oniki kişi bir araya gelip ben Kur'an ve din eğitimi almak istiyorum diye müracaat ettiğinde ister öğlen istirahatinde,ister gece, ne zaman isterse biz onlara görevli tahsis edip, taleplerini karşılıyoruz" demişti.
Dün akşam yine televizyonda bu konuya çok önem verdiklerini söyleyip
"Biz Diyanet İşleri Başkanlığı olarak bütün camilere genelge gönderdik.
Cami cemaati,görevlilerden talep etsinler,
Artık camiler sadece namaz kılınan yerler olmaktan ziyade, din eğitimi alınan ve verilen yerler olacaktır" Dedi.
Bu sözleri açıkcası benim çok hoşuma gitti.
Tirilyonlarca para yatır kocaman,kocaman camiler yap, bunları sadece birkaç yaşlı insanın namaz kıldığı yerler olarak tahsis etmek ne kadar doğru olabilir ki.
Okurlarım bilirler...
Hem camiler hemde görevlilerle ilgili birçok yazılar yazdım.
Sonuçta aklın yolu birdir.
İşte Diyanet İşleri Başkanımız Ali Erbaş'ta aynı şeyleri söylüyor.
Ancak Ali Erbaş hocanın söylediklerini o gece sosyal medya hesabımdan paylaştım.
Ne yazık ki 150'e yakın din görevlisi arkadaşım bulunan hesabıma bu arkadaşlardan bir tane dahi beğeni gelmedi.
Sanki ne paylaşıyorsun kardeşim der gibi...
Şunu söylemek istiyorumki din konusu toplumumuzca çok hassas olduğu için bu alanda görevli olan arkadaşlarımızda kendilerine bir paye çıkartıyorlar.
Şunu hatırlatmak isterimki vatandaşların vergilerinden maaş alan herkes, vatandaşa yaptığı görevler için hesap vermelidir.
Öğle, beş vakit camide namaz kıldırmakla bu iş tamam zannedenler, sadece bu dünyada değil, ahirette de hesap veremezler.
Kısaca Diyanet işleri Başkanımız Prof.Ali Erbaş'ın bu girişimleri umulurki uykudaki görevlilerimizi harekete geçirir.
Gerçi şu güne kadar bir hareket var mı?
Yok...
Bence artık genelgeyle ricacı olmaktan ziyade bu işi takip ederek ceza ve ödüllendirme taltif etme zamanı gelmiştir.
Hatta tayin ve terfiler bu alandaki performansa bakılarak yapılmalıdır.
Tabi bunu yaparkende mutlaka bir kayıt sistemi oluşturmalıdır.
Yıllarca cemaat yapılanmalarına kızıp durduk.
Ama bu insanlar cemaatlerde hangi dini taleplerine karşılık buluyorlar acaba diye hiç düşünmedik.
Hatta din eğitimini ve ögrenimini yasaklayıp insanımızı cemaatlerin kucağına bıraktık.
Ondan sonrada başımıza neler geldiğini gördük.
Vatandaşlarımız din eğitimi ve öğretimini devletin gözetiminde en iyi şekilde almalıdır.
Halkımız cemaatlerde ne arayıp buluyorsa devletimizde bu imkanları en iyi şekilde onlara sunmalıdır.
Bunun yeri de camidir.
Diyenet işleri Başkanı çok doğru bir karar almıştır.
Bakalım din görevlilerimiz Ali Erbaş'a ayak uydurabilecek mi?
İnşallah diyelim.
Çünkü hiç iyiye gitmiyoruz.
Din hizmeti istihdam amacı ile oluşturulmuş bir kurum olamaz.
Herkes aklını başına almalıdır.
Başta Diyanet İşleri Başkanımız olmak üzere tüm ekibine bu yolda kolaylıklar diliyorum.
Allah'a emanet olunuz.
Saygılarımla.
Ertan Cimbat.
Sakarya Ahbar İnternet Gazetesi.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)