5 Şubat 2018 Pazartesi

SAĞLIKTA SAĞLIKSIZ ŞEYLER OLUYOR.


   Son yıllarda vatandaşların en beğendiği kurumlarımızın başında sağlık sektörü geliyordu.
Ne hikmetse birkaç yıldan bu yana nazara mı geldi bilinmez işler pek iyi gitmiyor.
Özellikle 15 Temmuz'dan sonra bu alanda memnuniyetsizlikler hat safhada.
Hepinizin bildiği gibi fetö sağlık teşkilatında da örgütlenip bu alanı da malesef etkisi altına almış.
Gerçi birçok Fetöcü sağlık teşkilatından çıkarıldı ama ne yazık ki şimdi yazacağım olaylar hastanelerimizde yaşanmaya devam ediyor.. vasıtasıyla bana ulaşıp.
Abi hastanede ameliyat öncesi üzerimdeki kıyafetleri çıkarıp ameliyat kıyafetlerini giymem söylendi.
Ben nerde giyeceğim bir kapalı kabin filan yok mu dediğimde.
Doktor bana ne kabini bulunduğun yerde soyun ve giyin dedi.
Ben hastaların ve refakatcıların içinde orta yerde uttana sıkıla denileni yapmak zorunda kaldım.Diyor.
Yine bir emekli öğretmen arkadaş meramını anlatmak için doktorun odasına girdiğinde doktorun kendisini dinlemediğini ve dışarı çıkmasını söyleyince.
Yapmayın doktor bey çok mağdurum filan diyerek alttan alıp doktora adeta yalvardığını,ancak doktorun kendisine,
Bak şimdi dışardaki insanlara seni boğdururum diyerek tehdit ettiğini anlattı.
Yine başka bir arkadaş eşinin kolu bileğinden kırılmış ancak ilk müdahalede  yanlış bağlanan alçı sebebiyle kemik yanlış kaynayınca doktor kolun tekrar kırılıp yeniden alçıya alınacağını ve bu işlemi kendisinin yapacağını söylemiş.
Biz alçı odasında eski alçıyı kestirip tedirgin olan eşime moral vermeye çalışırken odaya giren doktor,
Sedyeyi göstererek,eşime bakıp
"Hâla orada yeni gelin gibi ne oturup duruyorsun sedyeyi geç demez mi?
Beyninden vurulmuş döndüm.
Ancak eşim o kadar çok acı çekiyorduki
Bu sözleri sineye çektim.Dedi.
Bunlar vatandaşlardan dinlediğim şeyler birde kendi yaşadığım bir hadiseyi nakledip toparlayayım.
Küçük oğlum Abdussamed'i bir diyetisyene sevk ettiler.
Doktorun kapısında biraz bekledikten sonra içeri girdik.
Doktor bana çocuğun ismi ne diye sordu?
Bende Abdussamed dedim.
Böyle zor isimleri çocuklara niye koyuyorsunuz ki?Demez mi?
Neden? doktor dedim
Yazması zor oluyor.Demez mi?
Siz hiç bu ismi duymadınız mı?Diye sorduğumda.
Hayır.Dedi.
Bakın doktor...Abdussamed dünyada Kur'an-ı en iyi okuyan hafızalardan biridir.Benim oğlundan şu anda Serdivanda bir Kur'an Kursunda hafız olmaya çalışıyor deyince.
Sustu kaldı.
Şimdi biz bunları yazmazsak bu işler kapanır gider.
Belkide insanımızın yaşadığı böyle yüzlerce olay vardır.
Hiç kimse mesleği unvanı ve görevi ne olursa olsun vatandaşa yanlış yapamaz onu rencide edemez.
Hele hele vatandaşın verdiği vergilerle devletten maaş alan kimseler buna daha çok dikkat etmelidir.
Bütün devlet memurları şunu unutmamalıdır ki onlar vatandaşın hakimi değil hadimidirler.
Yani vatandaşın hizmetcisidirler.
Öyle işini savsaklayıp birlikler kurup yok savaşa hayır kampanyaları dözenleyeceğinize işinizi iyi yapın.
İşini iyi yapan hekimlerimiz yok mu?
Vaaar! Hemde çok.
Onlar başımızın tacı.
Bizim sözümüź işini yapmayıp başka işler peşinde koşanlara.
Onlar kendilerini biliyorlar.
Bundan böyle bizde onları takip edip deşifre edeceğiz.
Biraz size âfaki gelebilir ama bu işlerin ben kasıtlı yapıldığı kanaatindeyim.
Bunun için kendilerine göre birçok sebep ihdas etmiş olabilirler.
Bu yüzden denetim, denetim, denetim.
Diyorum.
Allah'a emanet olunuz
Saygılarımla.
Ertan Cimbat
Sakarya Ahbar İnternet Gazetesi.








2 Şubat 2018 Cuma

SAVAŞ KARŞITI TTB UZANTILARI.

  Sevgili okuyucularım!
İki haftadır ordumuz sınırlarımızda yuvalanmaya çalışan teröristleri temizlemek,ülkemizin güvenliğini sağlamak için canını dişine takmış savaşıyor.
  Tüm ülke mehmetciğin arkasında kenetlenmiş onlara dua ediyor ve elinden geldiğince ikramlar hazırlayıp moral destek oluyor.
   Ancak birkaç alçak kendini bilmezde çıkmış güya savaş karşıtı bildiriler hazırlayıp, gösteriler yapıyor.
Benim burada (TTB) Türk Tabipler Birliği adıyla açıklama yapan savaş karşıtları ile ilgili birkaç hususa dikkat çekmek istiyorum.
Bunlar 28 Şubat sürecinde,gezi olaylarında ve bugünlerde hep aykırı açıklamalarda bulundular.
Bunlar halktan yana asla olmadılar, hep zalimden yana tavır alarak seslerini duyurmaya çalıştılar.
   Bu TTB mesleği doktor olan kişilerden oluşan bir teşekkül.
Yani arkadaş,şimdi savaş karşıtı olmak size mi düştü.
Bunlar demekki hastanelerimizde de örgütlenip vatandaşa karşı olabilir diye aklıma gelmiyor değil hani...
Baksanıza canımızı kurtarmak için yaptığımız savaşa  karşı olan bu adamlara,hastanelerde canımızı nasıl emanet edelim?
Bunlar bizim canımızı kurtarırlar mı?
Hipokrat yemini mi dediniz?
Geçin onları...
Gerçi uzun zamandır yazmak istediğim birçok hasta şikayetini namusuyla çalışan doktorlarımıza zarar verir düşüncesiyle hep erteliyordum.
Ancak bunları yazmaya karar verdim.
Yoksa bu hastanelerde yaşanılan hadiseler bilinçli ve planlı bir şekilde mi yapılıyor?
15 Temmuz'u yaşamış bir Türkiye olarak ben herşeyin olabileceğini düşünüyorum.
Bu manada gelen şikayetleri bir sonraki yazımda dile getireceğim.
Okurlarımdan da hastanelerde karşılaştıkları doktor zulmü varsa bana özelden ulaştırmalarını bekliyorum.
Vatanını milletini seven yurttaşlar olarak herdaim uyanık olmak zorundayız.
Çünkü bu memlekette hainler hiçbir zaman bitmedi,bitmez.
Gelecek yazımda buluşmak dileğiyle
Allah'a emanet  olunuz.
Saygılarımla.
Ertan Cimbat.
Sakarya Ahbar İnternet Gazetesi.



27 Ocak 2018 Cumartesi

MEĞER BEN NE ENAYİYMİŞİM.


    Bugün sizlere Türk siyasetinin üç güzel ismi Hasan Celal Güzel'den bahsedeceğim.
    Tank Hasan lakabıyla da bilinen sayın Güzel,Turgut Özal hükümetlerinin en başarılı bakanlarındandır.
Amarikanın körfez harekatı için mecliste yapılan oylamada tek başına ret oyu vererek herkesi şaşırtmış ve bunu"Ecnebilerin İmam-ı Azamın türbesinin bulunduğu Bağdat'ı bombalamasına gönlüm razı olamazdı" diyerek açıklamıştı.
   İsterseniz kendisini kendinden dinleyelim.

MEĞER BEN NE ENAYİYMİŞİM…

    Efendim, artık 68 yaşında, su katılmamış bir avanak, hakikî bir budala ve gayrikabil-i ıslah bir ‘enayi’ olduğumu itiraf ediyorum. Bana küçük yaşımdan itibaren ‘beytülmal’ın mukaddesliğini öğretmişlerdi. Hiç kimse ‘Devlet malı deniz, yemeyen domuz’ dememişti.
Bütün ömrüm tâbir-i âmiyanesiyle ‘eşşek gibi’ çalışmakla geçti. Çalışma hayatımda tek gün dahi izin kullanmadım. Bir gece bile doyasıya uyuyamadım. Kimileri bana ‘uykusuz müsteşar’ adını takıp uçup kaçtığımı söylerdi ama ‘Ne akılsız adam yahu!’ şeklindeki fısıltılar, her gün yüzlerce telefon konuşmasıyla çınlayan kulaklarıma kadar gelirdi.

Üzerinde ‘T.C. Hükümeti’ yazan kurşun kalemleri, silgileri ve kâğıtları, sadece resmî hizmetlerde, âdeta okşar gibi incitmemeye çalışarak kullanırdım. Çocuklarım devlet malına ellerini dahi süremezlerdi. Plakaları kırmızı ve siyah renkli resmî arabalara bir defa dahi binmediler. Yüzlerine bakmaya kıyamadığım Mustafam ve Elifim, bir saat daha az uyuyup belediye otobüsleri ve okul servisleriyle okula gittikleri esnada, bendeniz müsteşarlık ve bakanlık yapıyordum. Bırakınız eşime araba tahsis etmeyi, evde devletin personelini çalıştırmayı; idarecilik ve siyaset hayatımda lojmanda oturmadım. Koruma görevlisi de kullanmadım. Arabamın önünde ve arkasında fiyakalı eskortlar hiç bulunmadı.
Meğer ben ne enayiymişim!…

Yaptığım enayiliklerin haddi hesabı yoktur… Meselâ, bendeniz milletvekiliyken -birkaç zarurî toplantı dışında- Meclis lokantasında yemek yemezdim. Zira, burada çalışanlar kamu personeliydi ve çok ucuz olan yemekler milletin kesesinden sübvanse ediliyordu. Sonra, çok beğendiğim halde, aynı gerekçelerle TBMM Sigarası da içmedim. Ceplerim şıkır şıkır metal jetonlarla dolu olarak dolaşır, özel görüşmelerimi kulisteki ankesörlü telefonlarla yapardım. O zaman ‘beleş’ cep telefonlarımız da yoktu.

Hiçbir hediyeyi kabul etmez; ya reddeder veya demirbaşa kaydettirerek devlete intikal ettirirdim. Yıllarca üst yöneticilik, müsteşarlık, bakanlık yaptım; hâlen evimde bu dönemlere ait -bronz plaketler dışındatek bir hatıra eşya göremezsiniz.

Benim anladığım mânâda siyasete ‘Zengin girilir, fakir çıkılır’. Biz enayiler, devlet hizmetini ve siyaseti böyle anlıyoruz. Siyasî hayatımda önüme çıkan yüzlerce fırsatı teperek mal mülk edinmedim. Bilâkis, ANAP’taki Genel Başkanlık mücadelesinde, Bond çantalarda getirilen paraları reddederek, eşimin SSK kredisiyle aldığı Oran’daki daireyi; YDP’nin kuruluşunda da babamdan kalan Malatya’daki ev ile dedemden kalan Gaziantep’teki evin bana düşen hisselerini harcadım.

Bu arada, eşimin uzmanlığıyla ve alınteriyle hak ettiği ‘Vakıflar Genel Müdürü’ olarak tayin kararnamesini, nasıl engellediğimi de unutmayayım.

Sadece bununla kalsa neyse… ANAP döneminde, şiddetle muhalefetime rağmen çıkarılan ‘kıyak emekliliği’ reddedip tek maaşa devam ettim. Bu haksız uygulama hâlen devam ediyor. Başbakanlık Müsteşarı’yken, milletvekili maaşlarının buna göre ayarlanmasını gerekçe göstererek kendim için sözleşme yapmadım ve üç yıl müddetle emrimdeki daire başkanlarından bile daha az maaş aldım.

Meğer ben ne enayiymişim!…
***
Şimdi 70’ine merdiven dayadım. Hâlâ kirada oturuyorum. Kendime ait tek mülküm kitaplarım… Yani, sizin anlayacağınız, gerçek anlamda ‘Dikili ağacım dahi yok’. Hizmet hayatım boyunca, muhatabımın bıyık altından gülerek dinlediği, ‘Bu fukara millete ben bu masrafı hiç yaptırır mıyım?’ lâfım vardı.

Sevgili okuyucularım, bu yazdıklarımı okuyup da sakın bütün bunlardan pişmanlık duyduğumu sanmayınız. Enayilik öylesine içime işlemiş ki geriye dönmek mümkün olabilse gene aynısını yapardım.

Beni bütün ‘enayiliğime’ rağmen kimseye muhtaç etmeyen Yüce Allahıma hamd ediyorum.

Hasan Celal Güzel
Allah'a emanet olunuz.
Saygılarımla.
Sakarya Ahbar İnternet Gazetesi.

24 Ocak 2018 Çarşamba

KÜRTLER BİZİM KARDEŞİMİZ,PKK AMARİKA'NIN KARDEŞİDİR.

     Türkler ve Kürtler bin yıldır bu Anadolu topraklarını yurt edinmiş, birbirinin kardeşi olmuş et ve tırnak gibi,birbirine kaynaşmış kavimlerdir.
    İşte bu birliktelikten doğan müthiş bir güç oluşmuş ve bu durum düşmanlarımızın hiç hoşuna gitmemiştir.
200 yıldan bu yana bu birlikteliği bozmak,zayıflatmak için birçok girişim yapılmıştır.
Son olarak kürt kimliği içinde gizlenmiş ermenilerin öncülüğünde Pkk diye bir örgüt türettiler.
Bu örgüt kandırdığı kürt kardeşlerimizi ve onların çocuklarını dağa çıkartıp eğiterek güzel ülkemizin bölünmesi için çalıştılar.
Bu terörisler güya kürtlere refah ve huzur için ortaya çıktılar ama,ençok kürt insanına zarar verip, kürt  kardeşlerimizi  öldürdürdüler.
Yıllar geçtikce gerçeği anlayan kürt kardeşlerimiz Pkk'ya karşı tavır aldıysa da, bu seferde Pkk'nın zorlamalarına ve tehditlerine maruz kalmıştır.
Fetocu hain komutanlarında koruması altında bu amaçlarını çok rahat gerçekleştireceklerini sanan bu hainler,özellikle 15 Temmuz darbe kalkışmasıyla açığa düşen hain komutanların tutuklanmasıyla,çok zor duruma düştüler.
Güvenlik kuvvetlerimiz, yeni komuta kademeleriyle birlikte başlattıkları temizlik harekatında  ve özellikle yerli üretimimiz İha ve Siha larla,bunları ülkemiz içersinde yok ettiler.
Yıllarca Pkk'nın baskısı ve zulmü altında yaşayan bölge insanı kardeşlerimiz ancak kendine gelebildi.
Uzun yıllar Türk-kürt kardeşliğini bozmak için her türlü senaryoyu sahneye koyan dış güçler her iki taraftan binlerce insan ölmesine rağmen bunu başaramadılar.
Çünkü bu insanları bir arada tutan ilahi bir inanışa
"Mukakkakki müslümanlar kardeştir" ilkesine sahiptiler.
     Ülkemizde köşeye sıkışan Pkk,
Irak ve Suriye'de PYD/YPG olarak ortaya çıkıyordu.
Oradaki masum insanları başıboşluktan da faydalanarak zorla kendi safına çeken terör örgütü Amarika'nın kendini taşören olarak kullanma isteğindende faydalanarak hem silahlanmış hemde o bölgelerde kürt, türk, arap kim varsa hepsine zulüm yapmaya başlamıştır.
Türkiye bu duruma daha fazla sessiz kalamayıp sınırlarında oluşturulmaya çalışılan bu terör unsurlarına karşı harekete geçmiş ve Afrin'e Zeytin dalı harekatı başlatmıştır.
Ancak bu harekatla çil yavrusu gibi dağılan büyük zaiyatlar veren PKK/PYD terör örgütü son çare olarak
"Türkler kürtleri öldürüyor" yalanına baş vurarak güya duygu sömürüsü yapıyor.
Ama artık herkes biliyorki
Kürtler, Türklerin kardeşi.
PKK/PYD/YPG ise Amarikanın kardeşidir.
Kardeşimiz kürtler Türk silahlı kuvvetlerinde ve ÖSO güçlerinin içinde,
Amarikanın ve İsrailin kardeşi PKK/PYD/YPG ye karşı savaşmaktadır.
Durum budur.
Yaşasın Türk-Kürt kardeşliği
Allah, ordumuzun ve Özgür Suriye Ordusunun yardımcısı olsun.
Pkk,Pyd,Ypg' yi kahru
perişan eylesin.
AMİN.
Allah'a emanet olunuz.
Saygılarımla.
Ertan Cimbat
Sakarya Ahbar İntenet Gazetesi.

20 Ocak 2018 Cumartesi

DİN GÖREVLİLERİ BAŞKANA AYAK UYDURABİLECEK Mİ?


  Dün akşam bir televizyon kanalında yeni Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş'ı izledim.
Ali Erbaş Sakarya İmamhatip Lisesinden sınıf arkadaşım.
Sakarya İlahiyat Fakültesi Dekanlığından, Diyanet İşleri Eğitim Genel Müdürlüğüne,oradan, Yalova Üniversitesi Rektörlüğüne ve son olarakta Diyanet İşleri Başkanlığına atanmıştır.
   Prof.Ali Erbaş hocamız kendisini adeta din eğitimine adamış idealist bir insandır.
Zaten bunu, din eğitimi genel müdürüyken yaptığı çalışmalarda gösterdi.
Hemen hemen her mahallede vatandaşların Kur'an öğrenebilecekleri mekanlar açtı.
Bir araya geldiğimizde bize "Oniki kişi bir araya gelip ben Kur'an ve din eğitimi almak istiyorum diye müracaat ettiğinde ister öğlen istirahatinde,ister gece, ne zaman isterse biz onlara görevli tahsis edip, taleplerini karşılıyoruz" demişti.
   Dün akşam yine televizyonda bu konuya çok önem verdiklerini söyleyip
"Biz Diyanet İşleri Başkanlığı olarak bütün camilere genelge gönderdik.
Cami cemaati,görevlilerden talep etsinler,
Artık camiler sadece namaz kılınan yerler olmaktan ziyade, din eğitimi alınan ve verilen yerler olacaktır" Dedi.
Bu sözleri açıkcası benim çok hoşuma gitti.
Tirilyonlarca para yatır kocaman,kocaman camiler yap, bunları sadece birkaç yaşlı insanın namaz kıldığı yerler olarak tahsis etmek ne kadar doğru olabilir ki.
Okurlarım bilirler...
Hem camiler hemde görevlilerle ilgili birçok yazılar yazdım.
Sonuçta aklın yolu birdir.
İşte Diyanet İşleri Başkanımız Ali Erbaş'ta aynı şeyleri söylüyor.
Ancak Ali Erbaş hocanın söylediklerini o gece sosyal medya hesabımdan paylaştım.
Ne yazık ki 150'e yakın din görevlisi arkadaşım bulunan hesabıma bu arkadaşlardan bir tane dahi beğeni gelmedi.
Sanki ne paylaşıyorsun kardeşim der gibi...
Şunu söylemek istiyorumki din konusu toplumumuzca çok hassas olduğu için bu alanda görevli olan arkadaşlarımızda kendilerine bir paye çıkartıyorlar.
Şunu hatırlatmak isterimki vatandaşların vergilerinden maaş alan herkes, vatandaşa yaptığı görevler için hesap vermelidir.
Öğle, beş vakit camide namaz kıldırmakla bu iş tamam zannedenler, sadece bu dünyada değil, ahirette de hesap veremezler.
Kısaca Diyanet işleri Başkanımız Prof.Ali Erbaş'ın bu girişimleri umulurki uykudaki görevlilerimizi harekete geçirir.
Gerçi şu güne kadar bir hareket var mı?
Yok...
Bence artık genelgeyle ricacı olmaktan ziyade bu işi takip ederek ceza ve ödüllendirme taltif etme zamanı gelmiştir.
Hatta tayin ve terfiler bu alandaki performansa bakılarak yapılmalıdır.
Tabi bunu yaparkende mutlaka bir kayıt sistemi oluşturmalıdır.
Yıllarca cemaat yapılanmalarına kızıp durduk.
Ama bu insanlar cemaatlerde hangi dini taleplerine karşılık buluyorlar acaba diye hiç düşünmedik.
Hatta din eğitimini ve ögrenimini yasaklayıp insanımızı cemaatlerin kucağına bıraktık.
Ondan sonrada başımıza neler geldiğini gördük.
Vatandaşlarımız din eğitimi ve öğretimini devletin gözetiminde en iyi şekilde almalıdır.
Halkımız cemaatlerde ne arayıp buluyorsa devletimizde bu imkanları en iyi şekilde onlara sunmalıdır.
Bunun yeri de camidir.
Diyenet işleri Başkanı çok doğru bir karar almıştır.
Bakalım din görevlilerimiz Ali Erbaş'a ayak uydurabilecek mi?
İnşallah diyelim.
Çünkü hiç iyiye gitmiyoruz.
Din hizmeti istihdam amacı ile oluşturulmuş bir kurum olamaz.
Herkes aklını başına almalıdır.
Başta Diyanet İşleri Başkanımız olmak üzere tüm ekibine bu yolda kolaylıklar diliyorum.
Allah'a emanet olunuz.
Saygılarımla.
Ertan Cimbat.
Sakarya Ahbar İnternet Gazetesi.




18 Ocak 2018 Perşembe

MHP, AK PARTİ KAZANINI TAŞIRIR MI?


      Milliyetçi Hareket Partisi iktidar olduğundan bu yana AK Parti'ye en fazla muhalefet eden bir parti.
Sol partilerle koalisyon yapan birlikte cumhurbaşkan adayı çıkarıp destekleyen MHP,
 15 Temmuz öncesi parti içi mücadele esnasında Ak Partiden üstü örtülü destek gördü.
Bahçeli 15 Temmuz darbe girişimi sırasında çok stratejik hamleler yaparak darbenin püskürtülmesinde önemli roller oynadı.
İki parti ve liderleri karşılıklı gösterdikleri ve hayati önem arz eden bu iki olay sonrası hızlı bir yakınlaşma sürecine girdiler.
İlk birliktelik referandumda gerçekleşmesine rağmen burada sonuç alınsada beklentileri karşılayamadı.
Ancak sürecin devamı olan Cumhurbaşkanlığını seçiminde MHP lideri Devlet Bahçeli aday çıkarmayacaklarını ve Recep Tayyip Erdoğanın adaylığını destekleyeceklerini açıkladı.
Tabi bu önceden görüşülmüş karara bağlanmış bir açıklama olduğu her halinden belliydi.
Sayın Bahçeli'nin "Biz hiçbir pazarlık içinde olmadan bu kararı aldık,bu manada herhangi bir teklifide kendimize hakaret sayarız" diyerek bunun tamamen ülkenin beka sorunu ile ilgili bir karar olduğunu ima etti.
Ancak aynı konuşmanın sonuna doğru"Bizim Ak Partiyle birlikteliğimiz 2019 ve sonrası beş yılda da devam edecek" demesi kafaları iyice karıştırmış oldu.
Ben bu son açıklamanın karşılıksız sevgiden kaynaklanmadığına inanıyorum.
Bence her iki partide herşeyi önceden konuşup karara bağlamış,bundan sonraki adımlar sadece gerekli prosedürün uygulanması olacaktır.
Neden böyle davranılıyor derseniz?
MHP'nin Ak Parti kazanını taşırmasından korkuluyor.
Çünkü Ak Parti'de MHP'nin söylediklerini unutmayan ve bu yüzden MHP'ye kin güden bir seçmen kitlesi var.
Ayrıca Ak Partinin MHP ile ittifak yapmasına asla rıza göstermeyen seçmen gurupları var.
Bu sıralar bu gurupların pek sesi çıkmasada seçim günü yaklaştıkca sesleri yükselebilir.
Benim görüşüm Tayyip Erdoğan Ak Parti tabanının tek adayı olarak aday olursa Ak Parti kazanında fazla taşma olmaz.
Ancak Ak Parti tabanının benimseyeceği ikinci bir aday çıkarsa MHP ile ortaklığı bahane edip kazanın dışına çıkan çok kişi olabilir.
Tabi burada MHP'nin kazana ne kadar bir kütle ile gireceğide çok önemli.
O cenahtada kafasının arkasinda geçmişe yönelık bagajı olan birçok insan var.
Şunu demek istiyorum ki milli ve yerli ittifak derken gerçekten yerli ve milli olan insanlara küfrederek,hain diyerek,yol arkadaşlığı yapılan insanlar dışlanarak sonuca gitmek hayel olabilir.
   "Yola çıktıklarınızı,yolda bulduklarınıza değışirseniz hem yolunuzu hem de dostunuzu kaybedersiniz"
Asıl mesele kazanı taşırmadan yemeği pişirmektir.
Ben Cumhurbaskanımız Recep Tayyip Erdoğanın bu güne kadar olduğu gibi bu sürecide alnının akı ile aşacağını ümit ediyorum.
Ülkemiz için hayırlisı ne ise o olsun.
Allahın rahmeti üzerinize olsun.
Saygılarımla.
Ertan Cimbat.
Sakarya Ahbar İnternet gazetesi.

12 Ocak 2018 Cuma

FAKIBABA BİZİ FAKA BASTIRMA?


             ET İTHALİ
Ahmet Eşref Fakıbaba.
Gıda Tarım ve Hayvancılık bakanı.
Asıl mesleği doktorluk olan Fakıbaba, Ak Parti Şanlıurfa belediye başkanıyken tekrar aday gösterilmeyince bağımsız belediye başkan adayı olarak girdiği seçimi kazandı.
Birkaç yıl bağımsız sürdürdüğü belediye başkanlığından sonra tekrar AK Parti'ye katıldı.
Son seçimlerde Ak Parti Şanlıurfa milletvekili ve Binali Yıldırım hükümetinde ise Tarım Bakanı oldu.
Bakan olur olmaz ilk yaptığı iş et fiyatlarına savaş açmak oldu. 
Sırbistan'dan et ithal etmeye başlayınca tepki çekti.
Bize katil sırpların kestiği besmelesiz etimi yediriyorsunuz? Diyenlere Biz Sırbista'nın müslüman kesimlerinde kesilen etleri ithal ediyoruz diyerek biraz olsun tepkileri dindirdi.
Ancak Fransa'dan da et ithal edileceği açıklanınca,
Acaba Fransa'nın hangi müslüman bölgesinden besmele ile kesilen et ithal edeceksiniz? sorusuna,cevap veremedi.
    Bir defa arz talep dengesi piyasada oturmuşken neden et fiatlarına müdahale etme gereği duyuluyor ki.
Alt gelir gurupları bizim gibi insanlar eti zaten bayramdan bayrama yiyoruz.
Parası olan üst gelir gurupları zaten etin fiatına değil kalitesine bakıp et yiyorlar.
    Et ithal edilmeye başlayınca doğal olarak yerli hayvan piyasasında düşüşler başladı.
Karkas kesim fiatları hızla düştü.
Besiciler ve hayvan sahipleri hayvanını pazara çıkarmayıp beklemeye başladı.
Zeten hayvan rezervinin büyük bölümü artık besi çiftliklerinde bu kişiler piyasa oturmadan hayvanını satmıyor.
Küçük işletmeler ise hayvancılıktan vaz geçmiş durumda geçmeyende dört beş baş hayvan bakmakla zarar ediyor.
Nasıl etmesin ki? 
Bizim Tarım bakanı Fakıbaba et ithal edip fiyatları düşürürken yem fiatları 55 liradan 63 liraya fırlamış.
Süt fiatı ise stopaj kesintileriyle 1 lira on kuruş.
Eti ithal,samanı ithal eden bir ülke nasıl yerli ve milli olabilir ki?
Geçenlerde bir arkadaş İsrail mallarının listesini verip boykot çağrısı yapmış.
Baktım o malları boykot etsek marketlerde alacak mal bulamayacağız.
   Malesef gerçek bu.
Kızmakla,hamasetle,birbirimizi kandırmakla "yerli ve milli" olunmuyor.
Ancak kendi üretimimizi ve markalarımızı destekleyerek "yerli ve milli olunur.
Fakıbaba'ya duyrulur.
Allah'a emanet olunuz.
Saygilarımla.
Ertan Cimbat.
Sakarya Ahbar Internet Gazetesi